Bir zamanlar doğayla daha yakın, daha yavaş bir bağ kuran insanoğlu, bugün dünyayı çoğunlukla pencerelerin, ekranların ve imgelerin ardından deneyimliyor. Jan Pypers’ın Diorama serisi, bu kopuşun izlerini, yanılsamalarını ve modern temsillerini keşfetmeye davet ediyor. 20. yüzyılın başında doğa tarihi müzelerinde özenle inşa edilen dioramalar, kentleşen insanla doğa arasında kurulan kayıp bir köprüydü. Küçük kutuların içine yerleştirilen üç boyutlu sahneler, hayvanları kendi doğal ortamlarında “yeniden yaratıyor” ve izleyiciye camın ardında yakalanmış bir doğa deneyimi sunuyordu. Perspektif oyunlarıyla yaratılan derinlik, bir odanın içinde kilometrelerce uzağı görebiliyormuş hissi veriyordu: büyüleyici, zekice, kusursuz — ama tamamen yapay.
FOTOGRAF JAN PYPERS YAZI IMA TRAUM
Diorama yalnızca bir fotoğraf serisi değil, fotoğrafın temsiliyetine dair köklü bir sorgulama. Burada fotoğraf, salt belge üreten bir araç değil; “gerçeklik” duygusunu da inşa eden bir form hâline geliyor. Pypers, ışık, gölge ve perspektifi ustalıkla kullanarak izleyicinin gözünü yanıltıyor, algısını sürekli yeniden yönlendiriyor. Bu sahnelerde gündelik hayatın içinde tuhaf, neredeyse açıklanamaz anlar beliriyor. Kimi karelerde huzur, kimilerinde hafif bir tekinsizlik hissi var; ama tehdit hiçbir zaman doğrudan görünmüyor. Yüzeydeki dinginlik ile sahnenin altındaki gerilim arasındaki bu ince mesafe, Pypers’ın pratiğinin alametifarikası hâline geliyor.
YANILSAMANIN EŞİĞİNDE
SANATÇI PROFİLİ