DÖNÜŞEBİLİR İHTİMALLER, TOPLUMSAL KODLAR, DÜRTÜLER VE TİLDA

RÖPORTAJ

Hayat, duyguda en yer ettiği şekliyle geçendir. Zaman ya da uğraş, insanın tabiatında duygudan bağımsız işleyebilir mi? Ben de tıpkı Tilda gibi, işimi seviyorum. Kim bilir belki bir gün yüz yüze de buluşuruz? Teşekkürler Tilda. Sen başkasın.

RÖPORTAJ MERVE ARKUNLAR FOTOĞRAF PETER HAPAK

Bu sayının kuyruklu yıldızı Tilda, 212 ile uzundur hayalimdi. Neredeyse kendimi bildim bileli demesi, o kadar tuhaf hissettiriyor ki. öocukluğumda Tilda mı vardı, vardı. Tek kelimeyle zamansız ve zaman ötesi. 61 yaşında. Rol aldığı ilk yapım, Egomania: Island Without Hope 1986’da çekildi. Moonrise Kingdom (2012), Last and First Men (2020), The Human Voice (2020)... Filmografisi sayılamayacak kadar uzun, sinemayı kavrama ve yaşama bi.imi bir listede ge.iştiremeyecek kadar derin. Bir adayış. Tilda sadece yetenekleriyle değil, görünümü ve ifadesiyle de kendine has. Yirmi yılı aşkın bir süredir İskoçya’da, şimdilerde Highland bölgesindeki Moray Firth’e bakan Nairn’de yaşıyor, Hollywood’un turisti olarak tanımlanan tavrıyla sadece ‘iyi’ yapımlarda boy gösteren Swinton’ın inzivadan beslendiği, bu yaşamı çok sevdiği her hâlinden belli. O gerçek bir ikon. Bir kariyer uğraşı olarak yazmaya dair isteğini okulda terk etmiş olsa da kelimelerini kendisinden beklediğim özendeki o etkileyici tonda seçen harika bir kalem olduğunu ben de bu söyleşide keşfedeceğim.

MEMORIA ÜZERİNE

Yönetmen Apichatpong Weerasethakul, Memoria’yı ‘bir tecrit, bir bağlantı ve bir titreşim’ olarak tarif ediyor… Bu açıklama ilk başta kulağa biraz tekinsiz, hatta çelişkili geliyor; ancak bir yavaş sinema örneği olarak Memoria, izleyicisine neredeyse meditatif bir seans yaşatıyor. Sen Memoria’dan nasıl söz etmeyi seviyorsun? Pandemi ile başlayan ve sonu gelmeyen bu kasvet düşünülünce, izleyicinin Memoria’yı nereye koymasını bekliyorsun?

Umuyorum ve inanıyorum ki bu günlerde hepimiz kendimizi taşıyıcı bir deneyime bırakabilmek adına daha elverişli bir pozisyondayız. Kendimizi plansız ve durağan bir hâlde bulunca, hepimizin yalnızlık, derin düşüncelere dalma ve yerinden olma hissiyatlarına aşinalığı kaçınılmaz olarak arttı. Memoria’yı 2019’da hazırlayıp çekti- ğimizde buna açık olan izleyiciyi besleyeceğine güveniyorduk. Öngöremediğimiz şey ise geçen yıllarda gittikçe yavaşlamış olan dünyaya ne denli avuntu ve yoldaşlık sağlayacağıymış. İzlemiş olanlar, bu yapımın birçok yönüyle bir filmden daha fazlası olduğunu görerek bizi heyecanlandırdı. Ben, Memoria’yı ‘bir deneyime davet’ olarak tarif ederdim. Hayatınızı değiştirme potansiyeli olan bir tecrübe bu: Gözleriniz, kulaklarınız ve belli bir seviyeye kadar bilinciniz- muhtemelen asla eskisi gibi olmayacak. Memoria bir gizem hikâyesi, düş manzarasına uzanan bir patika.

Memoria’nın bir ‘düş manzarası’ olduğunu söyledin. Aslında, filmin yaratım sürecinin, ikinize de yabancı olan bir ortamda, Weerasethakul ile birlikte, kendi gerçekliğinizi yarattığınız ortak bir düş kurma deneyimi olduğunu söyleyebiliriz. Memoria için her anlamda konfor alanınızı terk ettiniz.. Bir oyuncu olarak, nasıl bir deneyimdi?

Gezegenin yeni bir köşesinde bulunmak açısından düşününce, en ücra, en uzak yerleri keşfetmek her zaman en büyük zevklerimden biri oldu.. Birçok açıdan, peşine düştüğümüz bu kaybolmuşluk, yerinden edilmişlik hâli belki de benim konfor alanımın ta kendisidir. Elbette Kolombiya, bizi olağanüstü derecede hoş karşılayan, çok rahat bir yerdi: Kuvvetli bir bağ kurduk ve buradan filmimizi yapabilmek için benzer düşüncelere sahip sinema tutkunlarından oluşan bir birlik doğdu. Jessica’nın ‘çıkmaz’ını nasıl tarif edeceğime gelirsek eğer, o da, performans açısından, olağanüstü besleyici ve külfetsizdi. Aslında, gerilim ve rahatlık arasında gerilmiş bir ipin üzerinde yürümek gibiydi: Jessica’nın -toplumdan ve kendi denge anlayışından- ayrılmışlığı, onun etrafındaki her şeyle derinden bağlantısına açılan bir geçiş kapısı, bir portal aynı zamanda. İşitme duyusu, gördüğü kanıtlara olan dikkati, Bogotá’nın atmosferinden ve Pijao’nun yamaçlarından aldığı haz: Jessica, algılama ve tepki verme becerilerini kazanmak üzere anbean açıldı. Durumu, onu varoluşun bir tür zen hâline konumlandırdı.

İşin doğrusu, Joe’nun kadrajına girmek, bir sanatçı olarak doğrudan kendi konfor alanıma girmek demek benim için. Ortak estetiğimiz, onun ritim ve kadraj anlayışı, uzun çekimlerdeki zaman ve mekân, mevcudiyet ve tavır olarak katkıda bulunmama duyduğu heves, dışa dönük bir performans ve toplumsallaştırılmış kodlamalar -tüm bunlar dürtülerimin tamamına yakındı- her biri beni çok mutlu kıldı. Memoria, bana oldukça yakın olan, dikkate değer bir iş, bir performans. Joe ile yaptığım çalışma, ha- yatımdaki cevherlerden biri.

Memoria, özellikle de Jessica ve Hernan’ın nehrin kenarında gerçekleştirdik- leri diyalog aracılığıyla, zaman konseptini de ele alan bir yapım. Zaman kavramı birçok projende karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda, yönetmenlerle filmler henüz yapım aşamasına bile girmeden uzun vakitler geçirdiğin de biliniyor; Luca Gu- adagnino ile Suspiria’da ve Apichatpong Weerasethakul ile Memoria’da olduğu gibi. Bu durum, yapımların yalnızca birkaç yıl süren hazırlık aşamasının ardından izleyicinin çabucak tükettiği ürünlere dönüştüğü film endüstrisinin gelenekleri- ne de aykırı. Bir proje üzerinde böylesine fazla zaman geçirmeyi (kendini ikna etmek adına) meşrulaştırmak zorunda hissettiğin oluyor mu? Yoksa önemli olan son ürün olarak film değil de, yolculuğun kendisi mi?

Uzun, adanmış ve ilham verici ilişkiler kurduğum meslektaşlar bulmak hayatım boyunca önüme çıkan en büyük şanslardan biri oldu. Ve neredeyse tüm dostlarım ile aramdaki bağı oluşturan şeylerden biri de uzun süren hazırlık aşamalarının gerçek- ten çok ama çok iyi olduğuna dair olan ortak farkındalığımız. Sıklıkla ve doğal olarak, paranın önem taşıması sebebiyle, süreç boyunca ne kadar acı çekilirse çekilsin, kap- samlı bir hazırlık aşaması geçiren bir filmin bundan kâr etmediğine tanık olmadım. Dolayısıyla iş, yolunu genellikle kendisi çizmeli: Biz de işin arkasına takılıyoruz ve o, bizi alıp götürüyor zaten. Telaşa mahal yok. Çekimin kendisine kadar olan yolculuk genellikle tüm süreç içerisindeki en sevdiğim kısım; tartışmalar, sorun çözmeler… Hemen her seferinde en doğru lokasyon hazırlık kısmının son aylarında belli olur, aranan oyuncu tam zamanında ortaya çıkar ya da o rol için uygun yaşa gelir. Ve ma- teryal ancak o zaman derinleşip evrilir. Bu bir inanç işi; izi yolda sürmek ve ne kadar uzun sürerse sürsün, onu takip edebilmek bizim ayrıcalığımız.

İtiraf etmeliyim ki sen filmden ‘son ürün’ olarak bahsedince bir an afalladım. İç- güdülerimin günümüz endüstrisinin gerçeklerinden ne kadar uzak kaldığını bir kez daha fark ettim: Uzun soluklu bu paydaşlıkların büyülü özelliği, sohbetin ve arkadaşlığında bir ağacın gövdesi olmasıdır. Her film de bu bağ sayesinde büyüyen birdal, hatta yeşeren bir yapraktır.

DÖNÜŞEBİLİR İHTİMALLER, TOPLUMSAL KODLAR, DÜRTÜLER VE TİLDA

RÖPORTAJ

Hayat, duyguda en yer ettiği şekliyle geçendir. Zaman ya da uğraş, insanın tabiatında duygudan bağımsız işleyebilir mi? Ben de tıpkı Tilda gibi, işimi seviyorum. Kim bilir belki bir gün yüz yüze de buluşuruz? Teşekkürler Tilda. Sen başkasın.

RÖPORTAJ MERVE ARKUNLAR FOTOĞRAF PETER HAPAK

Bu sayının kuyruklu yıldızı Tilda, 212 ile uzundur hayalimdi. Neredeyse kendimi bildim bileli demesi, o kadar tuhaf hissettiriyor ki. öocukluğumda Tilda mı vardı, vardı. Tek kelimeyle zamansız ve zaman ötesi. 61 yaşında. Rol aldığı ilk yapım, Egomania: Island Without Hope 1986’da çekildi. Moonrise Kingdom (2012), Last and First Men (2020), The Human Voice (2020)... Filmografisi sayılamayacak kadar uzun, sinemayı kavrama ve yaşama bi.imi bir listede ge.iştiremeyecek kadar derin. Bir adayış. Tilda sadece yetenekleriyle değil, görünümü ve ifadesiyle de kendine has. Yirmi yılı aşkın bir süredir İskoçya’da, şimdilerde Highland bölgesindeki Moray Firth’e bakan Nairn’de yaşıyor, Hollywood’un turisti olarak tanımlanan tavrıyla sadece ‘iyi’ yapımlarda boy gösteren Swinton’ın inzivadan beslendiği, bu yaşamı çok sevdiği her hâlinden belli. O gerçek bir ikon. Bir kariyer uğraşı olarak yazmaya dair isteğini okulda terk etmiş olsa da kelimelerini kendisinden beklediğim özendeki o etkileyici tonda seçen harika bir kalem olduğunu ben de bu söyleşide keşfedeceğim.

MEMORIA ÜZERİNE

Yönetmen Apichatpong Weerasethakul, Memoria’yı ‘bir tecrit, bir bağlantı ve bir titreşim’ olarak tarif ediyor… Bu açıklama ilk başta kulağa biraz tekinsiz, hatta çelişkili geliyor; ancak bir yavaş sinema örneği olarak Memoria, izleyicisine neredeyse meditatif bir seans yaşatıyor. Sen Memoria’dan nasıl söz etmeyi seviyorsun? Pandemi ile başlayan ve sonu gelmeyen bu kasvet düşünülünce, izleyicinin Memoria’yı nereye koymasını bekliyorsun?

Umuyorum ve inanıyorum ki bu günlerde hepimiz kendimizi taşıyıcı bir deneyime bırakabilmek adına daha elverişli bir pozisyondayız. Kendimizi plansız ve durağan bir hâlde bulunca, hepimizin yalnızlık, derin düşüncelere dalma ve yerinden olma hissiyatlarına aşinalığı kaçınılmaz olarak arttı. Memoria’yı 2019’da hazırlayıp çekti- ğimizde buna açık olan izleyiciyi besleyeceğine güveniyorduk. Öngöremediğimiz şey ise geçen yıllarda gittikçe yavaşlamış olan dünyaya ne denli avuntu ve yoldaşlık sağlayacağıymış. İzlemiş olanlar, bu yapımın birçok yönüyle bir filmden daha fazlası olduğunu görerek bizi heyecanlandırdı. Ben, Memoria’yı ‘bir deneyime davet’ olarak tarif ederdim. Hayatınızı değiştirme potansiyeli olan bir tecrübe bu: Gözleriniz, kulaklarınız ve belli bir seviyeye kadar bilinciniz- muhtemelen asla eskisi gibi olmayacak. Memoria bir gizem hikâyesi, düş manzarasına uzanan bir patika.

Memoria’nın bir ‘düş manzarası’ olduğunu söyledin. Aslında, filmin yaratım sürecinin, ikinize de yabancı olan bir ortamda, Weerasethakul ile birlikte, kendi gerçekliğinizi yarattığınız ortak bir düş kurma deneyimi olduğunu söyleyebiliriz. Memoria için her anlamda konfor alanınızı terk ettiniz.. Bir oyuncu olarak, nasıl bir deneyimdi?

Gezegenin yeni bir köşesinde bulunmak açısından düşününce, en ücra, en uzak yerleri keşfetmek her zaman en büyük zevklerimden biri oldu.. Birçok açıdan, peşine düştüğümüz bu kaybolmuşluk, yerinden edilmişlik hâli belki de benim konfor alanımın ta kendisidir. Elbette Kolombiya, bizi olağanüstü derecede hoş karşılayan, çok rahat bir yerdi: Kuvvetli bir bağ kurduk ve buradan filmimizi yapabilmek için benzer düşüncelere sahip sinema tutkunlarından oluşan bir birlik doğdu. Jessica’nın ‘çıkmaz’ını nasıl tarif edeceğime gelirsek eğer, o da, performans açısından, olağanüstü besleyici ve külfetsizdi. Aslında, gerilim ve rahatlık arasında gerilmiş bir ipin üzerinde yürümek gibiydi: Jessica’nın -toplumdan ve kendi denge anlayışından- ayrılmışlığı, onun etrafındaki her şeyle derinden bağlantısına açılan bir geçiş kapısı, bir portal aynı zamanda. İşitme duyusu, gördüğü kanıtlara olan dikkati, Bogotá’nın atmosferinden ve Pijao’nun yamaçlarından aldığı haz: Jessica, algılama ve tepki verme becerilerini kazanmak üzere anbean açıldı. Durumu, onu varoluşun bir tür zen hâline konumlandırdı.

İşin doğrusu, Joe’nun kadrajına girmek, bir sanatçı olarak doğrudan kendi konfor alanıma girmek demek benim için. Ortak estetiğimiz, onun ritim ve kadraj anlayışı, uzun çekimlerdeki zaman ve mekân, mevcudiyet ve tavır olarak katkıda bulunmama duyduğu heves, dışa dönük bir performans ve toplumsallaştırılmış kodlamalar -tüm bunlar dürtülerimin tamamına yakındı- her biri beni çok mutlu kıldı. Memoria, bana oldukça yakın olan, dikkate değer bir iş, bir performans. Joe ile yaptığım çalışma, ha- yatımdaki cevherlerden biri.

Memoria, özellikle de Jessica ve Hernan’ın nehrin kenarında gerçekleştirdik- leri diyalog aracılığıyla, zaman konseptini de ele alan bir yapım. Zaman kavramı birçok projende karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda, yönetmenlerle filmler henüz yapım aşamasına bile girmeden uzun vakitler geçirdiğin de biliniyor; Luca Gu- adagnino ile Suspiria’da ve Apichatpong Weerasethakul ile Memoria’da olduğu gibi. Bu durum, yapımların yalnızca birkaç yıl süren hazırlık aşamasının ardından izleyicinin çabucak tükettiği ürünlere dönüştüğü film endüstrisinin gelenekleri- ne de aykırı. Bir proje üzerinde böylesine fazla zaman geçirmeyi (kendini ikna etmek adına) meşrulaştırmak zorunda hissettiğin oluyor mu? Yoksa önemli olan son ürün olarak film değil de, yolculuğun kendisi mi?

Uzun, adanmış ve ilham verici ilişkiler kurduğum meslektaşlar bulmak hayatım boyunca önüme çıkan en büyük şanslardan biri oldu. Ve neredeyse tüm dostlarım ile aramdaki bağı oluşturan şeylerden biri de uzun süren hazırlık aşamalarının gerçek- ten çok ama çok iyi olduğuna dair olan ortak farkındalığımız. Sıklıkla ve doğal olarak, paranın önem taşıması sebebiyle, süreç boyunca ne kadar acı çekilirse çekilsin, kap- samlı bir hazırlık aşaması geçiren bir filmin bundan kâr etmediğine tanık olmadım. Dolayısıyla iş, yolunu genellikle kendisi çizmeli: Biz de işin arkasına takılıyoruz ve o, bizi alıp götürüyor zaten. Telaşa mahal yok. Çekimin kendisine kadar olan yolculuk genellikle tüm süreç içerisindeki en sevdiğim kısım; tartışmalar, sorun çözmeler… Hemen her seferinde en doğru lokasyon hazırlık kısmının son aylarında belli olur, aranan oyuncu tam zamanında ortaya çıkar ya da o rol için uygun yaşa gelir. Ve ma- teryal ancak o zaman derinleşip evrilir. Bu bir inanç işi; izi yolda sürmek ve ne kadar uzun sürerse sürsün, onu takip edebilmek bizim ayrıcalığımız.

İtiraf etmeliyim ki sen filmden ‘son ürün’ olarak bahsedince bir an afalladım. İç- güdülerimin günümüz endüstrisinin gerçeklerinden ne kadar uzak kaldığını bir kez daha fark ettim: Uzun soluklu bu paydaşlıkların büyülü özelliği, sohbetin ve arkadaşlığında bir ağacın gövdesi olmasıdır. Her film de bu bağ sayesinde büyüyen birdal, hatta yeşeren bir yapraktır.

DÖNÜŞEBİLİR İHTİMALLER, TOPLUMSAL KODLAR, DÜRTÜLER VE TİLDA

RÖPORTAJ

Hayat, duyguda en yer ettiği şekliyle geçendir. Zaman ya da uğraş, insanın tabiatında duygudan bağımsız işleyebilir mi? Ben de tıpkı Tilda gibi, işimi seviyorum. Kim bilir belki bir gün yüz yüze de buluşuruz? Teşekkürler Tilda. Sen başkasın.

RÖPORTAJ MERVE ARKUNLAR FOTOĞRAF PETER HAPAK

Bu sayının kuyruklu yıldızı Tilda, 212 ile uzundur hayalimdi. Neredeyse kendimi bildim bileli demesi, o kadar tuhaf hissettiriyor ki. öocukluğumda Tilda mı vardı, vardı. Tek kelimeyle zamansız ve zaman ötesi. 61 yaşında. Rol aldığı ilk yapım, Egomania: Island Without Hope 1986’da çekildi. Moonrise Kingdom (2012), Last and First Men (2020), The Human Voice (2020)... Filmografisi sayılamayacak kadar uzun, sinemayı kavrama ve yaşama bi.imi bir listede ge.iştiremeyecek kadar derin. Bir adayış. Tilda sadece yetenekleriyle değil, görünümü ve ifadesiyle de kendine has. Yirmi yılı aşkın bir süredir İskoçya’da, şimdilerde Highland bölgesindeki Moray Firth’e bakan Nairn’de yaşıyor, Hollywood’un turisti olarak tanımlanan tavrıyla sadece ‘iyi’ yapımlarda boy gösteren Swinton’ın inzivadan beslendiği, bu yaşamı çok sevdiği her hâlinden belli. O gerçek bir ikon. Bir kariyer uğraşı olarak yazmaya dair isteğini okulda terk etmiş olsa da kelimelerini kendisinden beklediğim özendeki o etkileyici tonda seçen harika bir kalem olduğunu ben de bu söyleşide keşfedeceğim.

MEMORIA ÜZERİNE

Yönetmen Apichatpong Weerasethakul, Memoria’yı ‘bir tecrit, bir bağlantı ve bir titreşim’ olarak tarif ediyor… Bu açıklama ilk başta kulağa biraz tekinsiz, hatta çelişkili geliyor; ancak bir yavaş sinema örneği olarak Memoria, izleyicisine neredeyse meditatif bir seans yaşatıyor. Sen Memoria’dan nasıl söz etmeyi seviyorsun? Pandemi ile başlayan ve sonu gelmeyen bu kasvet düşünülünce, izleyicinin Memoria’yı nereye koymasını bekliyorsun?

Umuyorum ve inanıyorum ki bu günlerde hepimiz kendimizi taşıyıcı bir deneyime bırakabilmek adına daha elverişli bir pozisyondayız. Kendimizi plansız ve durağan bir hâlde bulunca, hepimizin yalnızlık, derin düşüncelere dalma ve yerinden olma hissiyatlarına aşinalığı kaçınılmaz olarak arttı. Memoria’yı 2019’da hazırlayıp çekti- ğimizde buna açık olan izleyiciyi besleyeceğine güveniyorduk. Öngöremediğimiz şey ise geçen yıllarda gittikçe yavaşlamış olan dünyaya ne denli avuntu ve yoldaşlık sağlayacağıymış. İzlemiş olanlar, bu yapımın birçok yönüyle bir filmden daha fazlası olduğunu görerek bizi heyecanlandırdı. Ben, Memoria’yı ‘bir deneyime davet’ olarak tarif ederdim. Hayatınızı değiştirme potansiyeli olan bir tecrübe bu: Gözleriniz, kulaklarınız ve belli bir seviyeye kadar bilinciniz- muhtemelen asla eskisi gibi olmayacak. Memoria bir gizem hikâyesi, düş manzarasına uzanan bir patika.

Memoria’nın bir ‘düş manzarası’ olduğunu söyledin. Aslında, filmin yaratım sürecinin, ikinize de yabancı olan bir ortamda, Weerasethakul ile birlikte, kendi gerçekliğinizi yarattığınız ortak bir düş kurma deneyimi olduğunu söyleyebiliriz. Memoria için her anlamda konfor alanınızı terk ettiniz.. Bir oyuncu olarak, nasıl bir deneyimdi?

Gezegenin yeni bir köşesinde bulunmak açısından düşününce, en ücra, en uzak yerleri keşfetmek her zaman en büyük zevklerimden biri oldu.. Birçok açıdan, peşine düştüğümüz bu kaybolmuşluk, yerinden edilmişlik hâli belki de benim konfor alanımın ta kendisidir. Elbette Kolombiya, bizi olağanüstü derecede hoş karşılayan, çok rahat bir yerdi: Kuvvetli bir bağ kurduk ve buradan filmimizi yapabilmek için benzer düşüncelere sahip sinema tutkunlarından oluşan bir birlik doğdu. Jessica’nın ‘çıkmaz’ını nasıl tarif edeceğime gelirsek eğer, o da, performans açısından, olağanüstü besleyici ve külfetsizdi. Aslında, gerilim ve rahatlık arasında gerilmiş bir ipin üzerinde yürümek gibiydi: Jessica’nın -toplumdan ve kendi denge anlayışından- ayrılmışlığı, onun etrafındaki her şeyle derinden bağlantısına açılan bir geçiş kapısı, bir portal aynı zamanda. İşitme duyusu, gördüğü kanıtlara olan dikkati, Bogotá’nın atmosferinden ve Pijao’nun yamaçlarından aldığı haz: Jessica, algılama ve tepki verme becerilerini kazanmak üzere anbean açıldı. Durumu, onu varoluşun bir tür zen hâline konumlandırdı.

İşin doğrusu, Joe’nun kadrajına girmek, bir sanatçı olarak doğrudan kendi konfor alanıma girmek demek benim için. Ortak estetiğimiz, onun ritim ve kadraj anlayışı, uzun çekimlerdeki zaman ve mekân, mevcudiyet ve tavır olarak katkıda bulunmama duyduğu heves, dışa dönük bir performans ve toplumsallaştırılmış kodlamalar -tüm bunlar dürtülerimin tamamına yakındı- her biri beni çok mutlu kıldı. Memoria, bana oldukça yakın olan, dikkate değer bir iş, bir performans. Joe ile yaptığım çalışma, ha- yatımdaki cevherlerden biri.

Memoria, özellikle de Jessica ve Hernan’ın nehrin kenarında gerçekleştirdik- leri diyalog aracılığıyla, zaman konseptini de ele alan bir yapım. Zaman kavramı birçok projende karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda, yönetmenlerle filmler henüz yapım aşamasına bile girmeden uzun vakitler geçirdiğin de biliniyor; Luca Gu- adagnino ile Suspiria’da ve Apichatpong Weerasethakul ile Memoria’da olduğu gibi. Bu durum, yapımların yalnızca birkaç yıl süren hazırlık aşamasının ardından izleyicinin çabucak tükettiği ürünlere dönüştüğü film endüstrisinin gelenekleri- ne de aykırı. Bir proje üzerinde böylesine fazla zaman geçirmeyi (kendini ikna etmek adına) meşrulaştırmak zorunda hissettiğin oluyor mu? Yoksa önemli olan son ürün olarak film değil de, yolculuğun kendisi mi?

Uzun, adanmış ve ilham verici ilişkiler kurduğum meslektaşlar bulmak hayatım boyunca önüme çıkan en büyük şanslardan biri oldu. Ve neredeyse tüm dostlarım ile aramdaki bağı oluşturan şeylerden biri de uzun süren hazırlık aşamalarının gerçek- ten çok ama çok iyi olduğuna dair olan ortak farkındalığımız. Sıklıkla ve doğal olarak, paranın önem taşıması sebebiyle, süreç boyunca ne kadar acı çekilirse çekilsin, kap- samlı bir hazırlık aşaması geçiren bir filmin bundan kâr etmediğine tanık olmadım. Dolayısıyla iş, yolunu genellikle kendisi çizmeli: Biz de işin arkasına takılıyoruz ve o, bizi alıp götürüyor zaten. Telaşa mahal yok. Çekimin kendisine kadar olan yolculuk genellikle tüm süreç içerisindeki en sevdiğim kısım; tartışmalar, sorun çözmeler… Hemen her seferinde en doğru lokasyon hazırlık kısmının son aylarında belli olur, aranan oyuncu tam zamanında ortaya çıkar ya da o rol için uygun yaşa gelir. Ve ma- teryal ancak o zaman derinleşip evrilir. Bu bir inanç işi; izi yolda sürmek ve ne kadar uzun sürerse sürsün, onu takip edebilmek bizim ayrıcalığımız.

İtiraf etmeliyim ki sen filmden ‘son ürün’ olarak bahsedince bir an afalladım. İç- güdülerimin günümüz endüstrisinin gerçeklerinden ne kadar uzak kaldığını bir kez daha fark ettim: Uzun soluklu bu paydaşlıkların büyülü özelliği, sohbetin ve arkadaşlığında bir ağacın gövdesi olmasıdır. Her film de bu bağ sayesinde büyüyen birdal, hatta yeşeren bir yapraktır.

POSITOPIA

17

ŞİMDİ SATIŞTA

is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.

Adres

Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey

+90 212 232 4288

contact@212magazine.com

POSITOPIA

17

ŞİMDİ SATIŞTA

is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.

Adres

Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey

+90 212 232 4288

contact@212magazine.com

POSITOPIA

17

ŞİMDİ SATIŞTA

is a large format international biannual magazine from Istanbul. Focusing on arts, culture and society, each issue tackles various universal subjects within a distinct theme.

Adres

Karaköy Tarihi Un Değirmeni Binası, Kemankeş Mahallesi, Ali Paşa Değirmen Sokak 16, 34425, Karaköy Istanbul, Turkey

+90 212 232 4288

contact@212magazine.com